Şampiyon İspanya!



31 maçlık nefes kesen serüven sona erdi. Müthiş sayılamayacak bir finali kazanan İspanya hakkıyla gülen taraf oldu.

Maçın başından sonuna kadar oynanan futbol aslında iki takımın da tüm turnuva boyuncaki halini özetliyordu. İspanya makine kıvamındaki orta sahası ile, 'ince gören' pasörleriyle, yetenekli forvetleriyle ve süper defansı ile maça hakim olan taraftı. Almanlar ise kendi standartlarının epey altında kalan futbolcularla bu sefer disiplinden de yoksun bir şekilde 90 dakikanın bitinimi bekliyor gibiydi. Hemen her maçın kaderi olan son dakika saldırmaları ise bu durumu değiştiremedi.

Iniesta bence bu turnuvanın yıldızlarından. Nefis paslar atıyor, gol pozisyonlarına giriyor ve takımını taşıyor. Tabi ki yanında Silva, Xavi, Senna ve Capdevilla'nın ondan eksiği olmadığı için İspanya şampiyon oldu. Torres ise durdu, durdu ve güzel bir golle takımına kupayı getirdi. Gruplardan çıktıktan sonra gol yemeyen Casillas da hem iyi bir kaleci olarak, hem de iyi bir kaptan olarak görevini fazlasıyla yerine getirdi.


Turnuva boyunca bolca çirkeflik yapan Metzelder kendini fazla kaptırıp defanstaki arkadaşlarını zor durumda bıraktı. Ballack elinden kayıp giden kupaya müdahale edemeyince rakiplerine müdahale etti. Diğerleri de maçı seyrettiler. Turnuvanın en iyilerinden olan Schwansteiger ise bu sefer takımını sırtlayan adam olamadı.


Kupa töreni alışılageldik olmamakla beraber Casillas'ın en tepeye çıkıp öyle kaldırması hoştu. Ramos'un üzerindeki Puerta tişörtü de ziyadesiyle duygulandırıcıydı.




Bütün bunlar yaşandı ve bu nefis turnuva böyle güzel bir atmosferde son buldu. Bize de futboldaki yeni devrim olan hücum futbolunu ilerleyen yıllarda zevkle takip etmek düşüyor...

Yarı Finallerin Ardından

Yarı final maçlarını ikisi de bittinten sonra yazayım, biraz da yaylanın tadını çıkartayım dedim. İlk başta Almanya-Türkiye maçını izledik:


İlk defa mükemmele yakın bir Türkiye gördüm. Mükemmel bir Mehmet Topal gördüm. Joker derler ya, öyle. Başta karşı çıktığım Colin Kazım'ın göz korkutan bir yeteneği olduğunu gördüm. Yedek klübesinden gelmeden çatır çatır top oynayabilen bir Semih Şentürk gördüm. Yerinde oynatıldığında ciddi anlamda bir tehlike ve korkulu rüya olabilen bir Hamit Altıntop da gördüm. Yeni bir lider gördüm: Bastian Schwansteiger. Almanya'nın meşhur üçgen pasları ile her koşulda etkili olabildiğini gördüm. Ortadan kanada at topu, sonra ileri kaç, iki kişi seni duvar olarak kullansın. Sonra bir bakmışsın ki rakip kaledesiniz.


Uzun zaman bir maçın tek bir kanattan götürüldüğünü görmemiştim, enteresan oldu. Maç bir nevi Lahm-Sabri hattı gibiydi. Arada diğer kanatlar denense de olmadı, 5 gol de aynı kanatlardan yapılan organizasyonlar sonucu geldi. Organizasyon sonucu gol bulmak da Türkiye adına sevindirici bir durum oldu bu arada. Üç maçlık mucize serisi bu kez son buldu. Çünkü Türkiye hem top oynadı, hem de yenildi. Almanya da düşe kalka finale gitmeyi bildi.





Yarı finalin diğer ayağı da bir önceki kadar keyifli olmadı ama güzeldi yine de. Rusya artık belli başlı bir sistemle sahaya çıktığından onları iyi analiz etmiş bir İspanya için maçı koparmak zor olmadı. İlk yarı sıkıcı denebilecek bir şekilde geçse de İspanyanın ara ara sinyalini verdiği maça hakim olma havasını ikinci yarıda görebildiğimiz için mutluyum. Çünkü bu turnuvada desteklediğim takım bir Türkiye, bir Hollanda, bir diğer başka bir takım olarak sürekli değişse de kupayı onlar alsın istiyorum. Sebebine gelince, şampiyon takım zaten maksimum 6 maç yaptığı bir turnuvada bir zahmet yenilmeden şampiyon olsun, diye düşündüğümdendir.



Nitekim Rusya iyi denebilecek bir futbolla mücadele ettiyse de her alanda etkili olan İspanya'ya ara sıra savunmada açılan boşlukları iyi değerlendirmek düşünce 3-0 kaçınılmaz oldu. Hiddink başarılarına bir yenisini daha ekledi, Iniesta büyüledi, onun yanında herkes işini fevkalade yaptı.




Ve artık tek bir maç kaldı. Bu da demek oluyor ki güzel dileklerle başlayıp heyecanla devam ettirdiğimiz sevgili blogumuz ueuro2008'in de son günlerine geliniyor. Daha fazla içimi karartmadan Bu yazıyı noktalayayım, başka bir postta ağlaşalım derim.

ne denebilir, bilmiyorum?

Turnuva boyunca yaptığımızı gene yaptık işte, dönerken de bunu başararak dönüyoruz..

Rüştü' nün golünden sonra "yoksa.. yine.. yok yok, bu sefer olmaz!" diye az mı geçmiştir içimizden? Kim bilir kaç kişi "semiiiiiih! ahaha.. ben demiştim!" diyerek zıplamıştır yerinden?
Ve kaç kişi ilk maçlar sonunda 4 takımlık grubu 5. tamamlayacağını düşündüğü Türk Milli Takımının 2008 yılı, Avrupa' nın en başarılı ilk 4 takımı arasında olduğuna "acaba?" demeden inanmıştır ilk seferde?

Unutulmayacak bir kupanın sonuna geliyoruz.. Bu kupayı unutulmaz hale getiren hadiselerin başında yer alan takıma tebrikler ve teşekkürler ..

biterken: Show Tv' de Haber Özel programında milli takımın belgeseli var.. Sunucu öyle bir anlatıyor ki sanırsın Fatih Terim eşliğinde takım kötü yola düşmüş, borç batağına saplanmış ve yardım elini uzatacak birilerini bekliyor.. Yuh ulan..

Congratulations Turquia


Ayda yılda bir yazdığım kişisel bloguma bir şeyler çiziktiresim geldi. Maçlar arasındaki tatilimi anlatayım dedim. Bu arada eski postlarımı okudum. Zaten üç, beş tane.

Derken loop'a aldığım bir şarkının sözlerinin yer aldığı bir postta 'o' yorumu gördüm ve mutlu oldum.

http://mfg-ix.blogspot.com/2008/06/loop.html

İkinciden bahsediyorum. Çok güzel ya!

Futbol...


Garip şeylere gebe şu futbol. Taktiksel, kadrosal, kurgusal gerekliliklerin yanı sıra bir şeye daha ihtiyacı var: İstikrar.

Devlere 3'er 4'er sallayan, 9 puanla grubu lider tamamlayan Hollanda'nın düştüğü duruma bakınız hele. Rusya'nın kontrolünde bir oyun ve Sneijder'in uzaktan atacağı şutlara bel bağlamış bir takım...

Zenitlilerin af konusunda sıkıntıları var sanırsam. Van Der Sar'a rağmen buldular golleri ve yarı finale kadar uzandılar. Rusya'nın oynadığı futbol büyüleyici. İsveç maçında vermişlerdi bunun sinyallerini ama benim gözlerim her yanı turuncu gördüğünden farkedememişim tehlikeyi. Hollanda'nın birer siyah kuşak ve hüzün ile başladıklarını söyleyebiliriz belki, ama Arshavin'e nasıl bulacağız bahaneyi?

Hollandalılar Gecesi

İki gündür farklı heyecanlara açıldığımız çeyrek final gecelerinde yeni bir tanesi bugün saat 21.45'te.
Bir yanda turnuvanın favorisi Hollanda, diğer tarafta ise benzer ekoldeki bir takım olan Rusya. İki takım da hücumu düşünüyor. Bizse maksimum keyif istiyoruz tabi ki.

Alışkanlığa Doğru


Üç maçtır aynı hikayeyi dinliyoruz. Bu yüzden memleketim cümbüş manzaralarından bir görüntünün yeteceğine inanıyorum. Bir de şarkı belki:
'Pınar başı burma burma yar yar yar yar yar yar aman...'
Gerisini biliyoruz zaten...

Euro 2008'e Farklı Bir Bakış...

Olayın futbol tarafını geçince bir arkadaşımızın enteresan bir bakış açısıyla yazdığı makalesini burada yayınlamak istedim. Bir bakınız haklılık payı nedir, ne değildir yorumlayınız...


EURO 2008'DE GOLLER HALKIN KALESİNE


Daha aylar öncesinden 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası konuşulmaya başlandı. Katılacak mıyız, katılamayacak mıyız? Katılamazsak Futbol Federasyonu'nun durumu ne olur? Bu başarısızlık eski federasyona mı mal olur; yoksa yeni federasyona mı? Üçüncü bitirirsek bu Fatih Terim'in başarısı mı olur, başarısızlığı mı? Ee malum 6 maç dış saha ve seyircisiz oynama dezavantajı var. Her şey deplasmanda Norveç'le oynanacak kader maçına kaldı. Ve o maçtan da Türk Mili takımı, 2–1 'lik sonuçla ayrılarak ve sonraki Bosna Hersek maçını da kazanarak adını 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası Finalleri’ne yazdırmayı başardı.
İşte o günden sonra ne olduysa oldu. Görsel ve yazılı medyada bir EURO 2008 furyası başladı. Herkes rakiplerin kim olacağını beklerken bir yandan da kimin favori olacağı tartışılıyor, kupa için özel programlar hazırlanıp tartışma programları yapılıyordu. Sponsorlar reklam filmlerini art arda çekiyor, kanallar ise, bu büyük organizasyonu kendi kanallarında izletebilmek için çaba sarf ediyor vs... Yani futbolla alakası olsun olmasın herkesin gözü kulağı, İsviçre ve Avusturya'nın ortak düzenleyeceği bu turnuvada. EURO 2008'le yatıp kalkar olduk. Buraya kadar herkes "Ne var bunda canım, bir başarı elde ettik bunu daha da ileri götürmek istiyoruz." diyebilir. Gelin bu olaya yakın geçmişimizden örneklerle bir de farklı açıdan bakmayı deneyelim.
Spor müsabakaları, tarih boyu halkın ilgisini çekmiş ve devam ettiği süre boyunca herkesin yaşamının bir parçası haline gelmeye ya da getirilmeye başlamıştır. Bu tarz turnuvalar öncesi, halkın ilgisini bu turnuvalara daha fazla çekebilmek için olağanüstü çabalar harcandığını gözlemlemekteyiz. Birtakım çıkar gruplarının bunu kasıtlı yaptığını söylemek yanlış olmaz sanırım. Bu tarz reklam ve yayınlarla halkı bir nevi uyuturken servetine servet katanlardan bahsediyorum. Burada, ticari kurumlara bir anlamda hak verebiliriz. Çünkü günümüzde spor artık "iş" olsun diye yapılıyor.
Gelin, bu kurumların en büyüğü olan hükûmetin 2002 Dünya Kupası sırasında yaptığı icraatlara (!) bir göz atalım. Türkiye’nin büyük sürpriz yaparak dünya üçüncüsü olması, siyasal ve ekonomik açıdan zor durumdaki hükümetin imdadına koştu denilebilir. Ama düşündüğümüz anlamda değil. Mastercard'ın verilerine göre, Türkiye'nin 2002 Dünya Kupası’ndan toplam kazancı yaklaşık 290 milyon dolar olmuştur. Ama bu kazanca karşın hükümet, Brezilya maçıyla beraber zam yağmuruna başlamıştır. Elektriğe % 1,2, tüpgaz ve otogaza %1.09 zam yapmıştır. Kostarika maçıyla çay %21, Çin maçıyla beraber tekel ürünleri %15 doğalgaza ise %5 zam yapılmış Japonya maçının öncesinde tüpgaza %3 maçtan bir gün sonra ise benzin, motorin ve fuel oile %3.37 zam yapılmıştır. Görüldüğü gibi zamlar hiçbir turu hatta hiçbir maçı boş geçmemiştir. Tüm bunlar olurken insanlar, sokaklara çıktı, atlanan turlar kutladı ve bu zafer sarhoşluğunda, bu hengâmede yapılan zamlar unutuldu gitti.
Türkiye’nin Dünya Kupa’sında kazandığı başarı, hepimizin göğsünü kabartmıştır; ama hükümetin bu coşkudan yararlanıp zam üstüne zam tarafından pek anlaşılmasa da) yapması, zaten maddi açıdan zor durumda olan halkın sevincini (birçoğu kursağında bırakmıştır. Hükûmet, Türk milli takımının kupada karşılaştığı takımlara attığı gollerden daha fazlasını, bu zamlarla Türk milletinin kalesine atmıştır. Zararlı çıkan, yine halk olmuştur.

Şimdi birinci soru şu: “Bu turnuvalar herkese(ye) uygun mudur?” İkinci soru ise: “Türk milli takımı 2008 Avrupa şampiyonasında başarılı olmalı mıdır?”

Yalçın UYAR
A.Ü. BESYO
SPOR YÖNETİCİLİĞİ

İlk Yarı Finalist


Çeyrek final maçları belki de en iyisiyle başladı. Yarı finalde karşılaşacağını umduğumuz iki takım, erken finallerinde müthiş bir maça imza attılar. 3 maçtır etkisini gösterememiş olan Almanya, Portekiz'e patladı ve rakibini evine gönderdi.


Maça iyi bir baskı, isabet yüzdesi yüksek paslar ve etkili kanatlarla başladı Almanya. Kadrosu bambaşkaydı. Gomez'den kurtulunmuş, maçın en iyisi Schwansteiger ile başlanmıştı. Kanatlar da aynen değişiklik görmüştü. Daha ilk 30'u çıkaramadan 2-0 olmuştu ve Portekiz'in işi iyice zorlaşmıştı tabi. Deco ile başlayan müthiş bir hızlı atak ile 2-1'e getirdiler durumu. Devre de öyle bitti.


İkinci yarı da taraflar aynen oyuna devam ettiklerinden olsa gerek, Portekiz kupaya veda etti. Daha istekli taraf olsalar da Almanya vardı karşılarında. Nitekim dayanamadılar. Almanya ise final yolunda güzel bir adım attı. Türkiye-Hırvatistan maçının galibiyle oynayacağı düşünülürse işleri bu futbolla çok çok kolay olacaktır.

Hiddink'le Çeyrek Final


Turnuva boyunca başarısız olacağına inandığım Rusya ilk maç itibariyle beni yanıltmamıştı. Ama geç açıldılar. Arshavin'in de gelişiyle İsveç'in noktasını kendi elleriyle koydular. Sıradaki rakip sahada turuncu buğular şeklinde dolaşan bir ekip olduğundan işleri biraz zor. Ama çeyrek finalin en heyecanlı maçlarından biri olacaktır cesaretli Rusya'nın eşleşmesi.

Çek Bir Mucize

Yarın spor gazetelerimizde hediye edileceğinden emin olduğum bir görüntüyü sizinle paylaşıp maç ile ilgili birkaç şey yazayım.

Maçın ilk yarısından birkaç dakika izleyebildim. Beklediğim kadro sahada, beklediğim dizilişte olmasına rağmen Türkiye aynı Türkiye’ydi. Başarısız atak çabaları, her an yüreğimizi ağzımıza getirecek defanssal meseleler ve yenilen bir gol. Bu sefer Çekler vardı ve korkuyorduk ekran başında. İkinci yarıda herhangi bir kıpırtı yoktu fakat garip değişiklikler vardı. Spiker abilerimizin Arda’nın golüne kadar konuştuğu, Emre’lerin değişimi gerçekleşmeden gelen ikinci gol, umutları çoktan söndürmüştü.



Ama Türk futbolunun Galatasaray-Panionios maçından bu yana dönen şansı bu maçın da dönebileceğini göstermişti aylar öncesinden (Benim hatırlayabildiğim kadarıyla bir Avrupa mücadelesinde bir hakem ilk defa alenen lehimize kararlar vermişti.). Berbat ötesi bir oyunla 3-0 almamızın tek sebebi hakemdi. Daha sonra Bordeaux sayesinde gruptan çıkmalarımız mı desem, 2-0 geride başlanılan Sevilla maçlarında turlar mı desem, Chelsea’ye geriden iki gol atıp galip gelmeler mi desem: bunlar Türk futboluna ters şeylerdi ve Euro 2008’de de yaşanmaya devam ettiler.


Önce İsviçrelilerin, sonra da Çeklerin sevinci kursaklarında kaldı. Hamit’in yerini bulduktan sonraki nefis oyunu, durup durup akıl almaz goller atan Nihat’ın sahneye çıkışı, Arda Turan (burada kelime bulamadım mesela), Petr Cech’in inanılmaz hatası ve buna üzülen tribündeki üç adet tatlı Cech adam ve ilk maçtan beri hemen her tartışmada birisine laflar söyleyen, onu bunu itekleyen Volkan’ın kırmızı kartı aklımda kaldı. Pek tabii Koller ile devam etme inadını kırmayan sevgili Çek teknik direktör de.

Hırvat maçından yine ümitli sayılmam. Ama şu Türklerin dünyaya bedel oluşları futbolun da ötesinde. Bekleyip görelim diyorum.

Ak Koyun Kara Koyun...


Artık gruplarda son maçlar başlıyor. Yerini garantileyen takımlar olduğu gibi düşenler de fazlasıyla mevcut. Ama şu dört gün içinde ölüm kalım maçları olacak ve zevk alacağız gibi gözüküyor:

Türkiye-Çek Cumhuriyeti: Alan çıkıyor. Beraberlikte penaltılara gidilecek. İki takım bu hesapla oynarsa maç çok sıkıcı geçecektir.

Avusturya-Almanya: Almanya'nın beraberlikte bile üst tura gitmesi mümkün. Avusturya ise kazandığı takdirde yoluna devam ediyor. Hırvatistan'ın Polonya'ya bol gollü bir merhamet göstereceğini sanmıyorum.
İtalya-Fransa: Burada işler karışık. İki taraftan biri galip gelse bile Hollanda'nın Romanya'ya 'güzellik' yapması mümkün olduğundan diken üstündeler.
İsveç-Rusya: Kapalı kutu olacak maç bu işte. Beraberlik İsveç'e her türlü yarıyor. Ama Rusya'yı hafife almamak lazım.

total futbol geri döndü!


'avrupa'da bir hayalet dolaşıyor! total futbol hayaleti! avrupa'daki bütün defansif futbol oynayan gerici güçler(fransa-italya) onları durdurmaya çalışıyor!'

turnuvanın başına dönecek olursak hollanda'dan iyi bir şeyler bekleyenlerin sayısı az değildi. ama kimse de efsaneleşme kehanetinde bulunmamıştı doğrusu. milli takımımız iyi oynadı falan diye kendimizi avuttuktan birkaç gün sonra 'gerçek' futbol izledik yeniden. karşıdaki isviçre değildi. geçen seferki dünya şampiyonundan sonra hedefte bu sefer finalist vardı. herkes ağzının suları akarak izledi turuncuları.

bu arada sneijder sen ne menem bir şeymişsin öyle? inanılmaz kadro kalitesi, fransa bıdı bıdı bik bik diye bir ton yazı yazdım. hepsini yedirdi arkadaşlarıyla beraber. neyse, futbol böyle kaliteli olsun hep, ben bu duruma düşmeye razıyım.

son sözüm marco van basten için olacak: aynı ekolden gelen, 88'de oynadıkları muhteşem futbolu oynatmaya çalıştığı çok açık. böyle bir teknik-taktik uyumluluğun başarıyı yakalamaması çok zor. biz de hala alman teknik adam getirelim. saygılar!(hollanda'ya)

Hollanda Şampiyon Olsun


İtalya’dan da Romanya’dan da bahsetmemek lazım bugün. Ölmek üzere olan hücum futbolu ruhunu ve enerjisini yeniden canlandıran Hollanda’dan başka bir şeyi konuşmamalı. Ama kelimeler yetmiyor ki. Kim durduracak çok merak ediyorum, her maçlarını kazanarak şampiyon olsunlar diyorum. Hakediyorlar harbiden.

Ernst Happel Stadion


Avusturya’nın maçlarında görüp beğendiğim bir stat. Sizlerle paylaşayım dedim. Birçok yönüyle dikkat çeken stat şampiyonanın çok çok önemli maçlarına ev sahipliği yapacak.

Kapasitesi 50.000 olan statta Avusturya’nın son maçı dışında B grubu lideri ile C grubu ikincisi ve D grubu lideri ile C grubu ikincisi çeyrek final maçlarında karşılaşacaklar. Bunlara ek olarak Ernst Happel Stadyumu yarı final maçlarından birine ve final maçına da ev sahipliği yapacak.

Onların Türkleri

Bu turnuva ile bir kez daha anlaşıldı ki milli takımımızın oyuncu kazanma konusunda ciddi sıkıntıları mevcut. Avrupa takımlarına kaptırdığımız Türk asıllı futbolcular takımlarını sürükleyedursunlar, biz ise askerlik yasasını tartışalım. Dikkatimi çeken dört arkadaştan bahsetmek isterim biraz:


Hakan Yakın: Çek Cumhuriyeti maçının ilk yarısında yokları oynayan takımını ikinci yarı attığı paslarla çok güzel şekilde yönlendirmiş ve oyuna zevk getirmişti. İkinci maçında ise sahanın en iyilerindendi. Bir de gol attı.


Eren Derdiyok: İkinci yarı girmişti ilk maçta. Hakan Yakın ile beraber maçta etkili isimler arasındaydı. Ancak Türkiye maçında ağırlığını daha çok hissettirdi. Mükemmel bir fiziği var. Hakan Yakın’ın golünde asisti yapan kişi de oydu.


Gökhan İnler: Türkiye genç milli takımlarında oynamasına rağmen bir şekilde bu sene İsviçre’de izledik. İki maçta da tamamen oynadı. Attığı nefis paslar ile takım arkadaşlarını pozisyona soktu. Ayrıca çok hızlı bir futbolcu. Hem sağ hem de solda oynayabiliyor.


Ümit Korkmaz: İkinci yarı girdiği Hırvatistan maçında defansa zor anlar yaşattığını hepimiz hatırlarız. Polonya maçında da ilk on birde oynadı. Müthiş çalımları ile nefes kesti. Şanssız Avusturya’nın kaçan gollerinde hazırlayıcı oldu.

Klüplerimizin transfer politikaları açıkçası umrumda değil. Ancak bu oyuncular bize katılmaktan bir şekilde uzak kaldılar ve şimdi performanslarını herkes konuşuyor. Kızmamak elde değil.

B1 = HIRVATİSTAN

Turnuvadan önce bütün maçları izlemek adına ortaklarımızla birbirimizi gazlarken, ‘Hepsini izleyeceğiz! Hatta Avusturya-Polonya maçını bile!’ şeklinde bir cümle kurduğumu hatırlıyorum. Zaten normalde hiçbir maçı kaçırmayan tanıdıklarım ise bu sefer ‘bilgisayar başından’ izlemeye karar vermişlerdi. Sanırım hemen hepimiz şaşıp kaldık sahadaki oyuna.

Maçın ilk üçte birlik bölümünde Avusturya’nın mükemmel futbolu vardı. Ümit Korkmaz Türk insanını bir kez daha bir şeyleri sorgulamak üzere düşündürdü. İki top yapmayı dahi beceremeyen Polonya’nın kalecisi Boruc’a güvenmekten başka çaresi yoktu ve o da üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. ‘Futbolun adaleti’ denen şey otuzuncu dakikada kendisini gösterdi ve maçın adamı Guerreiro golünü attı. Bundan sonra ise Avusturya kaderini kabullendi ve turnuvadan elenmek üzere olduğunun bilincinde olarak Polonya’nın ikinci golü aramasına müsade etti. İkinci yarının büyük bir bölümü de aynı şeyler olunca ev sahipsiz bir turnuva izlemeye alıştırdık kendimizi.

Sorsanız aklıma gelmeyeceğine eminim böyle bir olayın; sanırım ilk kez serbest vuruş öncesi itişmesi bir takıma pahalıya patladı. Hakem atışı tekrar ettirdi ve uslanmayan Polonya defansı duraklama dakikalarında penaltı yaptırdı. Gol kaçınılmazdı ve Slaven Bilic’in oyuncuları B grubunu lider olarak tamamlamayı garantiledi bu sonuçla.

IX' den yazı var


Turnuvanın başından beri türlü heyecanlarla açıp devam ettirdiğimiz, "ya blog ya ben" restini çeken sevgililerimize alttan alma sabrını tükettiğimiz canımız UEURO 2008 ..
Yarın birgün "Senin bu baban var ya..." diye başlayacağım cümlelerle dinleme alışkanlığından soğutacağım evladım gibi sevmekteyim kendisini..
Aynı şekilde çatısı altında beraber toplandığım ortağım IX de seviyordur UEURO' yu eminim(ha kıskanırım, o ayrı).. Neyse, konuya geleyim..

Blogu takip eden Etimesgut Şekerspor İdari Menajeri Aziz Yiğit Gökalp(Yiğit Abi) yazılarımızı beğendiğini söyleyip, ortağım IX' den de turnuvanın bu güne kadarki genel bir değerlendirmesini yazmasını rica etti.. Bahsi geçen yazı şimdilerde şekerspor.com.tr nin sayfasını süslüyor..
Merak edenleri buradan alalım..

Eze eze


Maça anlamsız bir rahatlıkla başlayan ‘favori’ Almanya, Hırvatistan karşısında dakikalar geçtikçe ezildi. Pres denen olayı 80’li dakikalarda uygulamaya başlayınca rakibinin rahatça pas yapmasına, ikili üçlü pas organizasyonuna girmesine, rakibin hızlı oyuncularının boşa kaçarak uzun topları güzel kontrollerle ertimesine ve kaleye yaklaşmasına engel olamadı haliyle. Kadrolarla ilgili resimde çok güzel bir oyun izleteceğini düşündüğümüzü ima ettiğimiz Ballack döküldü. Modric’i, Srna’yı, Olic’i izledi Alman ortasahası ve kendi mağlubiyetini hazırladı. Gereğinden 40 dakika fazla oynayan Gomez de ayrı bir şaşırttı. Maça hareket getiren Schwansteiger ise son dakikada atılınca yazacak bir şey kalmadı. Gol krallığı yolunda kese dolduran Podolski dışında hiçbir Almana yaramadı maç.

Hırvatları tebrik etmek lazım. Grubu lider tamamladıkları takdirde yarı finale kadar rahat gidebilirler. Avusturya’yı zaten yenecek olup bir şekilde yoluna devam etmeyi planlayan Almanya’yı da kınamak istiyorum. Her maçı düzgün oynayıp öyle şampiyon olmalarını tercih ederim. Umarım diğer favorileri de böyle izlemeyiz.

On İkinci Maç


Avusturya: Macho, Stranzl, Pogatetz, Aufhauser, Leitgeb, Linz, Ivanschitz, Korkmaz, Garics, Prödl, Harnik

Polonya: Boruc, Jop, Dudka, Bak, Smolarek, Krzynowek, Saganoswski, Wasilewski, Zewlakow, Lewandowski, Guerreiro

On Birinci Maç


Hırvatistan: Pletikosa, Corluka, R.Kovac, Simunic, Pranjic, Srna, Modric, N.Kovac, Rakitic, Kranjcar, Olic

Almanya: Lehmann, Lahm, Mertesacker, Metzelder, Jansen, Fritz, Frings, Ballack, Podolski, Gomez, Klose

Gitmek Zamanı

"gidiyorum gözüm yaşlı
yine yol, yol üstüne
sen sev yağmurları
yağmurlar yağsın üzerime"

Sıkı bir rövanş

Maça hızlı başlasa da milli takımımız, gerek artan yağmur, gerekse orta saha oyuncularımızın beceriksizliği yüzünden topu bir türlü safımızda tutmayı başaramadılar. Aynı yağmurlu ortamda oynayan İsviçre güzel bir şekilde golü buldu ne var ki. Defansımız suya takılan topla birkaç saniye kazandılarsa da Hakan Yakın’a yetişmek için, en yakın oyuncu ona 3 metre uzaklıkta olduğu için üzülerek ağlara gönderdi Hakan topu. Hazır ondan bahsetmişken İsviçre’nin Türk asıllı oyuncularının performansına ekstradan değinmemek olmaz tabi. Eren’in müthiş bir fiziği var ve topu ayağına aldığında tehlikeler yaratabiliyor. Neden alınmadı bu adam milli takıma derdim de Tümer Metin’i görünce susmam icap ediyor direk olarak.

İkinci yarıda ise bambaşka bir saha olsa da takımlar aynıydı. Birbirlerine acemi ataklar geliştiren takımlardan gülen taraf milli takımımız oldu. Nihat’ın tek olumlu hareketi olan ortası ve ‘nöbetçi golcü’ Semih’in golü ‘Tamam en azından bugün elenmiyoruz.’ dedirtirken son dakikalarda can pazarı yaşanan Basel’de Arda Turan’ın mükemmel golü vardı. Her ne kadar kötü başlayıp ‘eh işte’ devam ettiyse de milli takım, esas sınavı Çeklere karşı verecekler.

İsviçre’nin ipini çekmemiz ‘yeterli milliyetçi’ bir Türk insanı için ne kadar gurur vericiyse, sahada herhangi bir dalaşmaya girmeyen iki takım oyuncularını izlemek de benim için o kadar keyifliydi. Ama sorarsanız gruptan çıkmayalım derim, nitekim Almanya olacak karşımızda. Tehlikelidir.

İlk Çeyrek Finalist


Bir adım önde başlamışlardı maça. Erkenden de golü buldular. Ne de olsa ilk maçlarda dikkat çekmeyi başarmış bir ekipti. Kanatlardan iyi gelen Çekleri erken bir golle durdurmak üzerelerdi ki turnuvada beğendiğim isimler listesinde başa koyabileceğim Sionko durumu eşitlemeyi bildi. Bundan sonra da maç bir çeşit sıkışıklığa girdi. Deco maçın başından beri deneyip birkaç kez başarılı olduğu paslardan birinde iki maçtır beklenen müthiş oyununu ortaya koyamamış olan Ronaldo iyi vurdu ve Portekiz’i rahatlattı... En azından biz öyle sandık. Çekler oyunu karşı tarafa yığıp gol sinyalleri verirken defansta verdiği açık yüzünden üçüncü golü yedi.

Bu üçüncü gol Türkiye’nin yediği ikinci gol kadar kritik oldu gruptan çıkacak ikinci takımın belirlenmesi adına. Bakıp göreceğiz Portekiz’in ağına takılan takımlar arasından hangisi ikinci çeyrek finalist olacak...

Onuncu Maç


İsviçre: Benaglio, Magnin, Senderos, Lichtsteiner, İnler, Yakın, Derdiyok, Fernandes, Barnetta, Behrami, Müller

Türkiye: Volkan, Servet, Hakan, Aurelio, Nihat, Gökdeniz, Tümer, Arda, Emre A., Tuncay, Hamit


Skor: 1-2
Goller: dk. 32 Hakan Yakın, 57 Semih, 90+2 Arda

İşini İyi Yapanlar -1-


Mehmet Aurellio..
Vatandaşı Wederson ve Nobre' nin aksine takımlarına yabancı oyuncu kontenjanı açmaktan yerine, milli takımın yıllardır çektiği ön libero sorununa çözüm olmuştur.. Takımda yıldız değildir.. İsmi Alex ve Kezman' dan sonra gelse de yaptığı iş, oynadığı istikrarlı oyun takımın en önemli dinamolarından biri -belki de en önemlisi- yapar onu..
Top ayağına geldiğinde taraftarlar rahat bir nefes alır..
"O takımda oynarsa İstiklal Marşı' nda ayağa kalkmam" diyen İstanbul takımı yancısı spor yazarlarının tükürdüğünü yalama sebebi..
Kesintisiz güç kaynağı..

Dokuzuncu Maç


Çek Cumhuriyeti: Cech, Grygera, Polak, Galasek, Jankulovski, Sionko, Baros, Matejovsky, Plasil, Ujfalusi, Rozehnal

Portekiz: Ricardo, Ferreira, Bosingwa, C. Ronaldo, Petit, Joao Moutinho, Simao, Pepe, Carvalho, Deco, Nuno Gomes

Skor: 1-3
Goller: dk. 8 Deco, 17 Sionko, 63 Ronaldo, 90+1 Queresma

Ağlasak mı ne yapsak?




Bunu yazmak için biraz erken ama ilk maçlar sonucunda izlediğimiz şey futboldan başka bir şey değildi sanki. Demek istediğim neredeyse hiç kasti dirsekler, tabanlar görmedik. Hakemin etrafında öbek olmuş futbolcu grubu görmedik. Parlayan bir kırmızı kart görmedik.

UEFA'nın bu konudaki sertliğinden korktuklarından mı yoksa amaçları gerçek futbolu izletmek mi bilemem ama bu tip turnuvalarda nadir oluyor böyle başlangıçlar.


Saymaya devam etsem 'Unite against racism' yazılı pazubantlarla çıkan kaptanlardan başlar, bir faul pozisyonunu gülerek tartışan iki futbolcuya kadar giderim. Şimdilik susayım da nazar değmesin.

Penaltı da yoktu demiştim. Hemen düzelteyim. Modric'in Avusturya karşısında gole çevirdiği bir penaltısı var. Dikkatimden kaçmış, ancak bu maçları 'bir tarafımla' izlediğim anlamına gelmemeli. Yorumlarda terbiyesizce dile getirmenin alemi yok.

Yardımcı Oyuncu Oscarları



Gecenin sonunda böyle bir post'u planlarken yeşil sahalara bomba gibi dönen sevgili üstadımız Aceto'nun koyduğu bir resme yorum yaptım. O da sağolsun aynı resimle ilgili post'unda örnekledi. Biz şaşalı çocuklar için anketler yapaduralım, onların gölgesinde kalan partnerleri ise golleri sıralasın. Futbol böyle güzel bir şey zaten. Kral adaylarımız birer asistle geçiştirdiler, yardımcıları ise performansları ile damgayı vurdular maçlara. Tabi ki David Villa ve Lukas Podolski'den bahsediyorum. Biri üç, diğeri iki golle gol krallığında şimdiden kapışmaya başladılar ve formları da ümit verdi. Zevkle izliyorum...


İlk maçlar sonrası kısa kısa...

Ortağım Berşan ile maçları beraberce izledik ve gözümüze şunlar çarptı.


Şaka bir yana. İşte gözümüzden takım performansları:

Grup A
:

Portekiz: Hızlı ve derin oynayan bir takım. Defansında neredeyse hiç açık vermedi. ‘Final yolu düz gider!’ diyebiliriz.

Türkiye: İzlediğimiz en kötü takımdı. Bunca sakatlıktan ve ilk maçındanki kötü oyunundan sonra gruptan çıkmasına mucize gözüyle bakıyoruz. Zaten problemli olan defansı daha da bir sıkıntı yaşayacaktır.

İsviçre: İyi hazırlandıkları belli. Ev sahibi olmalarının avantajını iyi değerlendirip ezeli rakipleri olma yolunda ilerleyen Türkiye’ye mağlup olmazlarsa gruptan çıkmaları söz konusu olabilir.

Çek Cumhuriyeti: Çok kötü ve sistemsiz oynadıkları maçtan galip gelmeleri, önlerindeki iki maçtan alacakları bir beraberlikle onları çeyrek finale götürebilir. Ama sadece oraya kadar.

Grup B:

Almanya: Panzer nefisti. Kusursuz oynayan iki takımdan biriydiler. Finale kadar rahatlıkla gideceklerini düşünüyoruz.

Polonya: Almanya karşısında oynadıkları için etkisizdiler. Ancak ufak tefek parıltılar görmedik değil. Bu yüzden Hırvatistan’ın beklendiği gibi rahat olmaması gerekir.

Hırvatistan: Oldukça kötü oynadılar. Aslında golü attıktan sonra savunma yapmayı tercih ettiklerinden kaynaklanabilir bu. Yine de bildiğimiz Hırvatistan değil. 3 puan işlerini kolaylaştırdı. Polonya ile çekişirler.

Avusturya: Turnuvanın sürprizi. Hırvatistanı salladılar ancak yıkamadılar. Almanya onlara bir jest yapmazsa gruptan çıkmaları imkansız. Yapsa da zor.

Grup C:

Romanya: Beklendiği gibi bir futbol oynadılar. Yenilmediklerini düşününce başarılı da oldular. Ama bu futbolla kendilerine küfür ettirmeleri bir yana, gruptan tek forvet Mutu ile çıkmaları zor gözüküyor. Gruptan çıkamayacak diğer takımı belirleme rolü onlara ait.

Fransa: Klasik Fransa’yı izledik. Ama oynamadan kazanmayı başaramadılar bu sefer. Bu onlara pahalıya patlayabilir. Diğer iki takıma göre hiç tat vermediler diyebiliriz.

İtalya: Karşılarındaki takım ilk maçlar itibariyle en üst düzey futbolu oynayan takım olduğu için dayanamadılar. Defansları biraz sorunlu eskiyle kıyaslarsak.

Hollanda: Nefislerdi, nefis. Turnuvadan önce gruptan çıkmalarına, bir şeyler yapacaklarına kesin gözüyle bakıyordum. Beni yanıltmadılar ve ‘vızır vızır’ oynadılar.

Grup D:

İspanya: Beklentimiz olan bir diğer takımdı. Yıllardır yakalayamadıkları başarıyı bu sefer yakalayabilirler. Ancak çeyrek finalde B grubundan biriyle karşılaşacak olmaları şanssızlık.

Yunanistan: ‘Papaz her zaman pilav yemez.’

Rusya: Cesaretli futbol, açık savunma ve hezimet. Puan almaları dahi zor.

İsveç: Bireysel yetenekleri ile uçtular. Altın üç puan aldılar. En fazla gruptan çıkabilirler ancak.

Hellas Mat!

Bir şeyleri canlandırabilecek olanın ta kendisiydi İsveç. Maçın akibeti tamamıyla onlara bağlıydı. Koskoca Euro2004’ü yoksaymama sebep olan Yunanistan her zamanki stiliyle başladı.Kornerlerle bir şeyler yapmaya çalıştı. İsveç de onlara uydu. Arada ufak tefek heyecansız pozisyon dışında bir şey izlemedik... ta ki Ibrahimovic’in harika golüne kadar. Karşısında dizilmiş defansı anca öyle aşabilirdi. Yine bir Nikopolidis harikası olan ikinci gol çok geç gelmedi. Maç izlemeyen birinin şaşıracağı bir skorla bitti. Bitti de biz keyif alamadık o ayrı. Gruptan çıkanı da Rusya belirler herhalde.



Viva España!



Maça başlarken hemen herkes Hiddink’in Rusya’sının kolay teslim olmayacağına inanıyordu. Öyle de oldu. İlk dakikalarda rakibine pek fazla pozisyon vermeyen, hızlı çıkan ancak hücumdaki bir takım beceriksizlikler sonucu anlamsız top kayıpları yapan Rusya, rakibi İspanya’nın pas yapma konusundaki yeteneğine 20. dakikada boyun eğdi. Sonrası da çorap söküğü...

Eğer sadece hücumunuza güvenirseniz, defansta büyük açıklar verirseniz hemen her atağınızın sonrasında kalecinizi bir top kurtarmakla cebelleşirken görebilir veya bir forvetin başını tutmak suretiyle üzüldüğüne veya sevinç çığlıkları atarak arkadaşlarına koştuğuna tanık olabilirsiniz.

Pas konusunda ders veren İspanyollarda -her ne kadar ‘düz adam’ mantığında hareket edebilen bir görev adamı olan, herhangi bir estetiğe sahip olmayan oyuncuları sevmesem de- Capdevilla’yı beğendim. Son zamanlarda da bu tip futbolcular yön verir oldu takımlara. Bunun dışında Villa’nın güzel oyunu vardı ki bunu da başka bir postta ele almayı planlıyorum.

Like A Superstar


Turnuvanın bu yılki resmi şarkısı Shaggy'den. Klibini izlemek için buradan buyrun...

9


Fernando Torres...

Herkesin olduğu gibi benim de gözüm onun üzerinde olacak İspanya-Rusya maçında. Bloga girip oy verme zahmetinde bulunanların çoğunun favorisi konumunda 35 oyla. Diğerleri 'sıfır' çekti. Bakalım ne veya neler yapacak?

Yedinci ve Sekizinci Maçlar


İspanya: Casillas, Marchena, Puyol, Iniesta, Villa, Torres, Capdevilla, Senna, Sergio Ramos, Silva, Xavi

Rusya: Akinfeev, Kolodin, Semak, Shirokov, Zyryanov, Zhirkov, Pavlyuchenko, Semshov, Sychev, Anyukov

Skor: 4-1
Goller: Dk. 20, 44, 75 Villa, 90+1 Fabregas, 86 Pavlyuchenko


Yunanistan: Nikopolidis, Seitaridis, Dellas, Basinas, Charisteas, Karagounis, Torosidis, Kyrgiakos, Gekas, Antzas, Katsouranis

İsveç: Isaksson, Nilsson, Mellberg, Hansson, Alexandersson, Svensson, Ljunberg, Ibrahimovic, Andersson, Wilhelmson


Skor: 2-0

Goller: dk 67 Ibrahimovic, 72 Hansson

(Maçlar Türkiye saatine göre görselde yazanlardan 1 saat sonraya denk gelmektedir)

Nostaljik Gergin Detaylar...

Hatırlayanlar bilir ve muhtemelen kızar. Portekiz’in canavar gibi olduğu Euro2000’de yarı finaldeki rakibi Fransa idi. Maç 1-1 bitmişti ve uzatma dakikalarında Abel Xavier’in koluna çarpan topu hakem Günter Benkö penaltı ile değerlendirmişti. Penaltı çok tartışılmıştı ve kırmızı kartlar çıkmıştı. Zidane gole çevirse de penaltıyı, Fransızlar tribünlere koşarken, Portekizliler hakemin etrafını sarmıştı. Çıkan olaylar sonucunda Nuno Gomes ve Abel Xavier 6’şar ay, Joao Pinto ise 2 yıl avrupa kupalarına katılmama cezası almışlardı. Hatta Abel Xavier bu olayı insan hakları mahkemesine kadar taşımıştı.